O zamanlar üniversite talebesiydim. Hem okumak, hem geçinmek, hem de ev geçindirmek zorundaydım. Çok şükür uzaktan akrabamız olan bir zatın eczanesinde 125 lira aylıkla çalışmaya başladım. Dersten sonra eczaneye gider ve tezgâhın başına geçerdim. Geceleri de burada kalıp, sabah okula gidiyordum. Bir gün eczacı bana sordu:
- Her gün nereye gidiyorsun sen?
- Namazımı kılıp geliyorum efendim.
- Demek öyle ha? Ya namazı terk edeceksin, ya işini!
Bu durumda şoke oldum. Biraz tereddüt geçirdim. Fakat, gayet vakur ve kibar tavırla cevap verdim:
- İşimi terk ediyorum efendim.
Dışarı çıktığımda, alev alev yanan yüzüme serin bir rüzgâr çarpıyor ve sanki bana: "Hiç üzülme en doğru olanı yaptın!.." diyordu.
Annemin üzülmesini istemiyordum. Müşkül bir durumda kalınca, mutlaka kendisine bilgi verdiğim ve her sözünü düstûr kabul ettiğim büyüğüm, hocam, her şeyim olan mübârek bir zâta gittim. Hâlimi anlatınca çok üzüldüler. "Hiç üzülmeyin, rızka Allah kefildir. Yarın sana iş arayalım." buyurdular. Ertesi günü buluşup, Sirkeci'de bir eczaneye gittik. Sahibi bizi görünce ayağa kalkıp, hocamın boynuna sarıldı:
"Hoş geldiniz, sefa geldiniz. Buyurun! Bir arzunuz mu var?"
- Bu benim oğlumdur. Ona iş arıyoruz.
- Tamam, hemen işe alıyorum.
- Efendim, kaç para vereceksiniz.
- Aylık 250 lira..
Günde 2 saat çalışacaktım ve en önemlisi namazlarımı rahat kılabilecektim. Dahası, 125 yerine 250 lira alacaktım. "Sen misin Allaha sığınan? Al sana zaman, al sana imkân, al sana fazlasıyla maaş. Bilmem başka bir şey demeye lüzûm var mı?"
Enver Ören - İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Siz de konuya dahil olmak ister misiniz?
Yorum yazan herkese çok teşekkürler...